Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Temmuz 2014 Cuma

SOMA BULUŞMALARI- 3

Sevgi Koşaner'le "Bir Varmış Bir Yokmuş" 24 Temmuz 2014


Zorlu bir hafta oldu duygusal açıdan bu hafta. Geçen haftaki Yaratıcı Çamur Atölyesi hem çocuklar açısından hem de benim açımdan bir terapi sürecini beraberinde getirdi. Babanın mezarına yapılan armağanın yapılış aşamaları ve son halinin ben de yarattığı çarpan etkisi büyük oldu. Yaşattığı duygusal yoğunluk için TPD İzmir Şubeden Ayperi aracılığı ile Psikolog Deniz’den büyük bir destek geldi.
Deniz’le yaptığımız travma temizleme çalışması iki açıdan önemli oldu. Biri Sosyal Hizmet Merkezi’nde böyle bir çalışmayı yaparak hedef kitleye ulaşabilme olanağıyla birlikte psikolojik destek alan çocuklarla çalışan profesyonellere de, izlenen çocuklarla ilgili süreci aktarabilme olanağı olmasıydı. Sanat yoluyla yapılan bilinçdışı bir çalışmaya olanak sağlayarak bir çocuğun babasıyla vedalaşabilmesine fırsat sağlayacak iyi bir iş yapmıştık.
İkinci ayrımsadığım şey ise 99 Marmara ve Düze depremlerinin bizim için büyük bir okul olduğu gerçeğini bir kez daha fark etmek oldu. Yaşanan acılardan bir ders çıkarılmıştı. Meslek dernekleri kendilerini ve üyelerini geliştirmiş, müdahale süreci ve boyutlarını genişletmişlerdi. Yaşanan felaketlerin mağdurları kadar, süreç içinde görev alanların, gönüllülerin de travma temizleme çalışmalarının içinde yer almasını sağlayarak profesyonel bir dayanışma geliştirmişlerdi. Sahada bilincinizin ve bilinçaltınızın algıladığı o kadar çok şey oluyor ki. Çoğunlukla farkına varmadığımız bu algılamalar, anlamlandıramadığımız fiziksel ağrılara, duygu durumlarına neden olabiliyor. Bunları çok ta farkındalığımız olmadan evimize, ailemize taşıyoruz. Ruhumuzu korumak için de mutlaka bir şeyler yapmamız gerekiyor. Kendi adıma bana bu güçlü desteği verenle Deniz’le yaptığımız travma temizleme çalışması Soma faciasının ilk günlerinden bu yana göğsümün ortasına oturmuş yumruyu çözebilme olanağını verdi ve beni özgürleştirdi. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az.
Bugün yolculuk var yine Soma’ya…
Sabah ÇYDD Eğitimevi’nde 3-4 yaş grubuyla buluşacağım. Öğleden sonra ÇGYD nin “Soma’ya bir Köprü” Projesi kapsamında “Bir Varmış Bir Yokmuş” diyeceğim Sosyal Hizmet Merkezinde…
İzmir’den yolun uzun sürmesi nedeniyle bir gece önceden Akhisar’a anne baba evine geldim. Sabah serinliğinde çocukluğumun kokularıyla yola koyuldum. Tütün Otel’in karşısındaki otobüs durağından Akhisar Birlik’in Soma dolmuşuna bindiğimde saat 09.10 du. Garaja uğrayıp yolcu alıp Soma’ya doğru hareket ettik. Süleymanlı Köyüne girdik. Yol kenarında birkaç tarlada tütün ekildiğini gördüm. Uzun zamandır tütün ekimi yasaktı buralarda. Dip kırımları yapılmıştı.  Yolun iki yanında zeytinyağı işlikleri sıralanıyordu. Süleymanlı’dan başlayan zeytinlikler Çoban Hasan Köyü ve yol boyu eşlik etti. Bakır ilçesi girişinde iki efe heykeli selamladı, hemen yanı başlarında günebakanlar güneşe çevirmişti yüzünü. Ana girişteki kavşakta bulunan bayraklar yarıya indirilmişti. Henüz Soma’nın acısı dinmemişken Gazze içindi bu kez yas.  Kırkağaç ilçesine geldiğimizin belirtisi dev kavun heykelinden sola döndüğümüzde orta refüjde kavun tarlasının canlandırıldığı bir alanda kavun toplayan kadın ve erkek heykelleri “Hoşgeldiniz” diyordu. Yol boyu bir ıhlamur çiçeğe durmuştu. Kırkağaç Garajında telli kavağın hışırdayan yaprakları, yeni dünyanın henüz olgunlaşmamış meyvelerinin altında yolcu indirdik… Yeni yolcuları aldık ve iki ellerini yukarıya dua edercesine kaldırmış Mehmetçik heykelinden sola dönerek Şehit Jandarma Yüzbaşı Yavuz Başağar Kışlasının önünden geçtik. Sarı bir sıcakta yol alırken dolmuşun kliması ilaç gibiydi. Zeytinliklerle dolu ovanın bağrından gökyüzüne yükselen termik santralin bacaları Soma’ya geldiğimizi söylüyordu. Mezarlığın önünden geçiyoruz. İlk kez başımı çevirip bakabiliyorum ve Deniz’le yaptığımız çalışma için ona bir kez daha teşekkür ediyorum içimden. Saat 10.20 de Soma garajına indim.

Garajdan çıkıp sola dönüp dümdüz gittiğinizde ÇYDD Eğitimevi binasına varıyorsunuz. Hemen öncesinde bir avcılık kulübü var. Kulübün penceresinde asılı bir afiş var ki size bir akıl tutulması yaşatıyor. Şehit madenci çocukları için açılacak anaokulu için “Siz de bir kurşun atın”!.... Çocuk ve kurşun kelimesini yan yana görmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor.

ÇYDD Eğitimevi’nin kapısından giriyorum Günseli Hanım ve ÇYDD İzmir Şube Başkanı Gönül Kaya orada. Kucaklaşıyoruz. Çocuklar daha yeni gelmeye başlamışlar. Biraz daha bekleyelim diyorlar. Sınıfa girdiğimde Ege, Elif, Yiğit ve Doğa bekliyordu beni öğretmenleriyle. Arka bahçede biri daha var. Annesi getirmiş ancak bahçeden sınıfa girmiyormuş. İkna etmeye çalışıyorlar, salıncağın ipine sıkı sarılmış inmemekte ısrarlı. Daha hiç içeri girmediğini öğreniyorum. Selamlaşıyoruz miniklerle. Sansula’nın sesi gözlerini büyütüyor, bir anda başıma üşüşüyorlar. Eğer isterlerse sonra onlarında kullanabileceğini söylüyorum… Sevgili Fatih Erdoğan’ın kulaklarını çınlatarak başlıyoruz;

“Çocuktum ufacıktım
Bir susayıp bir acıktım
Dedim dede masal anlat
Dedem dedi sen anlat
Ben anlattım dedem güldü
Bilmem dedem neden güldü.”


“Bu ne sessizlik” kitabımla tanışıyoruz. Kartopu tavşanı uyandırmaya çalışıyoruz, o kadar çok gürültü yapıyoruz ki uyanmıyor bir türlü. Sonunda biz yorgun düşüyoruz ve susuyoruz. Aaaaa o da ne uyanıyor KartopuJ)) Sırasıyla sansula’yı alıyorlar ellerine Doğa, kırmızı başlıklı kızın masalını anlatıyor. Ege, sansula’nın sesiyle anlatıyor masalını. Elif’e veriyor. Yiğit “Eee anlatmadın masalı “diyor. Ege sansulayı gösteriyor “Anlattım.” Elif sadece kendisinin duyduğu bir sesle anlatıyor masalını. Sansulayı çalıyor. Sonra “Bitti “ diyerek Yiğit’e veriyor. Yiğit, bir varmış bir yokmuş diyerek dinazorlardan başlıyor canavarlardan çıkıyor ama günümüze gelemiyor bir türlü. Yemek molası geliyor ama  canavarlar gitmiyor ki yiyebilelim. Sonunda canavarlar sınıfın kapısına geliyorlar, gidip yumrukluyor onları kovalıyor, sansulayı tın tın tınlatıyor ve “Şimdi bitti” diyor. Alkışlarla bitiriyoruz etkinliği. Onlar ara öğünlerini yerken ben sınıftan çıkıyorum.

Toparlanırken genç bir karı koca giriyor eğitim evine. Üç yaşlarında bir çocukları varmış. Getirebilirler miymiş? Baba duramıyor içeride, ben dışarıda bekleyeyim diyor. Anne, “Ata Bacasında çalışıyordu eşim. Üç gün madene girdi yardım için. Şimdi çok iyi değil” diyor. İçimize saplanıyor kelimeler. Psikososyal Destek Merkezine yönlendiriyoruz, ücretsiz hizmet alabileceklerini belirterek. Günseli hanım anlatıyor sonra, annelerle yaptıkları bir çalışmada da bir grup anneyi alıp kendileri götürmüşler destek merkezine. Hayat akıyor buralarda ama su gibi değil… Günübirlik gidiş gelişlerde çok fark edemiyor insan… Koca bir hüzün kol geziyor oysa…

Elimde malzeme çantam çıkıyorum. Önce Akhisar Köftecisine uğruyorum. Kaymakamlığın karşısında küçük bir esnaf lokantası. Oradan Sosyal Hizmet Merkezine gidiyorum. Alim Bey bir toplantıda. Odasında beklerken etkinlik malzemelerimin iplerini takıyorum. Bir sonraki etkinliğin afişlerini Alim beye bırakıp etkinliği yapacağım salona gidiyorum. Tevhide Hanım sandalyeleri hazırlıyor. Stajyerler henüz gelmemiş. Etkinlikte kullanacağım malzemeleri çıkarıyorum. Kayıt için kağıt, kayıt formları bugün ilk kez kullanacağımız. Derken üstünde pembe tişörtü ardında bir grup çocukla Nurefşan geliyor. “Bizzz geldikkk” diyerek. Boyunlarında geçen haftanın isimlikleri. Bu hafta yapmamayı düşünmüştüm tek başıma yetiştiremeyecektim. Çocuklar imdada yetiştiler. Nurefşan gelenlerin isimlerini yazmaya başladı… Biri kayıt formlarını ayırdı, birileri isimleri yazdı, birileri ip kesti ve isimliklere geçirdi. Gittikçe çoğalmaya başladık. Arka mahalleden gelecek çocuklar vardı. Onları beklerken etkinlik sonunda kullanacağımız grafon kağıtlarını kesmelerini istedim çocuklardan. Yere serdiğimiz halı çok işe yaradı. Onun üstünde turuncu bir tepe yükseldi. Herkes çok merak ediyordu ne olacağını. Sürprizdi... kesilenleri tahtanın önüne, etkinlik maskelerinin kutusunun önüne yığdık. Stajyerler gelince kayıt formlarını doldurduk dizimizi,sandalyeyi masa yaparak. Sansula eşliğinde sohbet ederken dışarıda biri süslü şapkalı iki kadın içeri ısrarla bakıp kafalarını uzatıp durunca, kapıya giderek “İçeri girebilirsiniz” dedim. Üç kez tekrarladım. Şapkalı oralı olmadığı çok belli kadın şapkasının ardında konuştu; “Ölen madenci çocuğu arıyoruz.” !!!! İlk anda nutkum tutuldu, sansulayı çalan elim kalakaldı. Sanki manavdan karpuz seçiyordu. “Hanımefendi burada sadece çocuk var” yanıtım onu tatmin etmeyip isteğini tekrarlayınca yan tarafa gidin diyerek Sosyal Hizmet Merkezine yönlendirdim. Bir süre çocuklara yüzümü dönemedim. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.

Arka Mahalle çocukları ÇYDD de bir etkinliğe girdikleri için gecikmişlerdi. Orada kalabileceklerini söyleyip biz Dev Şalgam’la başladık. Maskelerle yaptığımız canlandırmalara yükselen kahkahalar eşlik etti. Kuyruğunu sallayan kediyle, kabaran tavuk görülmeye değerdi. Etkinliğin sonunda kestiğimiz turuncu grafon kağıtlarından bir şalgam tarlası yaptık. Herkes istediği kadar şalgamı eve götürebilirdi. Makaslarla buluşan eller tek bir şalgam kesti.  Birbirlerine ikram edenler ve eve götürmek üzere alanlar oldu. Koca şalgam tarlası ise geride kaldı… Bitiş çemberimizde bir sonraki etkinliğin Yazar Gülsüm Cengiz tarafından yapılacağını paylaştık. Yeni etkinlik afişini astık. Salonu hep birlikte topladık. Vedalaştık iyi bayramlar dilekleriyle, bayram sonrası buluşmak üzere.

Etkinlik 16.00 civarında bitti. Gün sonunda yorgun ama etkinliğe sahip çıkan çocuklarla mutlu bir şekilde otogara yürüdüm. İzmir otobüsü Beşyol’dan kalkıyormuş bu saatte. Taksiyle yetişerek İzmir’e doğru yola koyuldum. İçim rahat. Artık köprü kuruldu. Köprüden geçenlerimiz çok olsun…


Sevgi Koşaner

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder