Zorlu bir hafta oldu duygusal açıdan bu hafta. Geçen haftaki
Yaratıcı Çamur Atölyesi hem çocuklar açısından hem de benim açımdan bir terapi
sürecini beraberinde getirdi. Babanın mezarına yapılan armağanın yapılış
aşamaları ve son halinin ben de yarattığı çarpan etkisi büyük oldu. Yaşattığı
duygusal yoğunluk için TPD İzmir Şubeden Ayperi aracılığı ile Psikolog Deniz’den
büyük bir destek geldi.
Deniz’le yaptığımız travma temizleme çalışması iki açıdan
önemli oldu. Biri Sosyal Hizmet Merkezi’nde böyle bir çalışmayı yaparak hedef
kitleye ulaşabilme olanağıyla birlikte psikolojik destek alan çocuklarla
çalışan profesyonellere de, izlenen çocuklarla ilgili süreci aktarabilme
olanağı olmasıydı. Sanat yoluyla yapılan bilinçdışı bir çalışmaya olanak
sağlayarak bir çocuğun babasıyla vedalaşabilmesine fırsat sağlayacak iyi bir iş
yapmıştık.
İkinci ayrımsadığım şey ise 99 Marmara ve Düze depremlerinin
bizim için büyük bir okul olduğu gerçeğini bir kez daha fark etmek oldu.
Yaşanan acılardan bir ders çıkarılmıştı. Meslek dernekleri kendilerini ve
üyelerini geliştirmiş, müdahale süreci ve boyutlarını genişletmişlerdi. Yaşanan
felaketlerin mağdurları kadar, süreç içinde görev alanların, gönüllülerin de
travma temizleme çalışmalarının içinde yer almasını sağlayarak profesyonel bir
dayanışma geliştirmişlerdi. Sahada bilincinizin ve bilinçaltınızın algıladığı o
kadar çok şey oluyor ki. Çoğunlukla farkına varmadığımız bu algılamalar,
anlamlandıramadığımız fiziksel ağrılara, duygu durumlarına neden olabiliyor.
Bunları çok ta farkındalığımız olmadan evimize, ailemize taşıyoruz. Ruhumuzu
korumak için de mutlaka bir şeyler yapmamız gerekiyor. Kendi adıma bana bu güçlü
desteği verenle Deniz’le yaptığımız travma temizleme çalışması Soma faciasının
ilk günlerinden bu yana göğsümün ortasına oturmuş yumruyu çözebilme olanağını
verdi ve beni özgürleştirdi. Bunun için ne kadar teşekkür etsem az.
Bugün yolculuk var yine Soma’ya…
Sabah ÇYDD Eğitimevi’nde 3-4 yaş grubuyla buluşacağım.
Öğleden sonra ÇGYD nin “Soma’ya bir Köprü” Projesi kapsamında “Bir Varmış Bir
Yokmuş” diyeceğim Sosyal Hizmet Merkezinde…
İzmir’den yolun uzun sürmesi nedeniyle bir gece önceden
Akhisar’a anne baba evine geldim. Sabah serinliğinde çocukluğumun kokularıyla
yola koyuldum. Tütün Otel’in karşısındaki otobüs durağından Akhisar Birlik’in
Soma dolmuşuna bindiğimde saat 09.10 du. Garaja uğrayıp yolcu alıp Soma’ya doğru
hareket ettik. Süleymanlı Köyüne girdik. Yol kenarında birkaç tarlada tütün
ekildiğini gördüm. Uzun zamandır tütün ekimi yasaktı buralarda. Dip kırımları
yapılmıştı. Yolun iki yanında zeytinyağı
işlikleri sıralanıyordu. Süleymanlı’dan başlayan zeytinlikler Çoban Hasan Köyü
ve yol boyu eşlik etti. Bakır ilçesi girişinde iki efe heykeli selamladı, hemen
yanı başlarında günebakanlar güneşe çevirmişti yüzünü. Ana girişteki kavşakta
bulunan bayraklar yarıya indirilmişti. Henüz Soma’nın acısı dinmemişken Gazze
içindi bu kez yas. Kırkağaç ilçesine
geldiğimizin belirtisi dev kavun heykelinden sola döndüğümüzde orta refüjde kavun
tarlasının canlandırıldığı bir alanda kavun toplayan kadın ve erkek heykelleri “Hoşgeldiniz”
diyordu. Yol boyu bir ıhlamur çiçeğe durmuştu. Kırkağaç Garajında telli kavağın
hışırdayan yaprakları, yeni dünyanın henüz olgunlaşmamış meyvelerinin altında
yolcu indirdik… Yeni yolcuları aldık ve iki ellerini yukarıya dua edercesine
kaldırmış Mehmetçik heykelinden sola dönerek Şehit Jandarma Yüzbaşı Yavuz Başağar
Kışlasının önünden geçtik. Sarı bir sıcakta yol alırken dolmuşun kliması ilaç
gibiydi. Zeytinliklerle dolu ovanın bağrından gökyüzüne yükselen termik
santralin bacaları Soma’ya geldiğimizi söylüyordu. Mezarlığın önünden
geçiyoruz. İlk kez başımı çevirip bakabiliyorum ve Deniz’le yaptığımız çalışma
için ona bir kez daha teşekkür ediyorum içimden. Saat 10.20 de Soma garajına
indim.
Garajdan çıkıp sola dönüp dümdüz gittiğinizde ÇYDD Eğitimevi
binasına varıyorsunuz. Hemen öncesinde bir avcılık kulübü var. Kulübün
penceresinde asılı bir afiş var ki size bir akıl tutulması yaşatıyor. Şehit madenci
çocukları için açılacak anaokulu için “Siz
de bir kurşun atın”!.... Çocuk ve kurşun kelimesini yan yana görmek bile
insanın tüylerini diken diken ediyor.
ÇYDD Eğitimevi’nin kapısından giriyorum Günseli Hanım ve
ÇYDD İzmir Şube Başkanı Gönül Kaya orada. Kucaklaşıyoruz. Çocuklar daha yeni
gelmeye başlamışlar. Biraz daha bekleyelim diyorlar. Sınıfa girdiğimde Ege,
Elif, Yiğit ve Doğa bekliyordu beni öğretmenleriyle. Arka bahçede biri daha var.
Annesi getirmiş ancak bahçeden sınıfa girmiyormuş. İkna etmeye çalışıyorlar,
salıncağın ipine sıkı sarılmış inmemekte ısrarlı. Daha hiç içeri girmediğini
öğreniyorum. Selamlaşıyoruz miniklerle. Sansula’nın sesi gözlerini büyütüyor,
bir anda başıma üşüşüyorlar. Eğer isterlerse sonra onlarında kullanabileceğini
söylüyorum… Sevgili Fatih Erdoğan’ın kulaklarını çınlatarak başlıyoruz;
“Çocuktum ufacıktım
Bir susayıp bir
acıktım
Dedim dede masal
anlat
Dedem dedi sen
anlat
Ben anlattım dedem
güldü
Bilmem dedem neden
güldü.”
“Bu ne sessizlik” kitabımla tanışıyoruz. Kartopu tavşanı
uyandırmaya çalışıyoruz, o kadar çok gürültü yapıyoruz ki uyanmıyor bir türlü.
Sonunda biz yorgun düşüyoruz ve susuyoruz. Aaaaa o da ne uyanıyor KartopuJ)) Sırasıyla sansula’yı
alıyorlar ellerine Doğa, kırmızı başlıklı kızın masalını anlatıyor. Ege,
sansula’nın sesiyle anlatıyor masalını. Elif’e veriyor. Yiğit “Eee anlatmadın
masalı “diyor. Ege sansulayı gösteriyor “Anlattım.” Elif sadece kendisinin
duyduğu bir sesle anlatıyor masalını. Sansulayı çalıyor. Sonra “Bitti “ diyerek
Yiğit’e veriyor. Yiğit, bir varmış bir yokmuş diyerek dinazorlardan başlıyor
canavarlardan çıkıyor ama günümüze gelemiyor bir türlü. Yemek molası geliyor
ama canavarlar gitmiyor ki yiyebilelim.
Sonunda canavarlar sınıfın kapısına geliyorlar, gidip yumrukluyor onları
kovalıyor, sansulayı tın tın tınlatıyor ve “Şimdi bitti” diyor. Alkışlarla
bitiriyoruz etkinliği. Onlar ara öğünlerini yerken ben sınıftan çıkıyorum.
Toparlanırken genç bir karı koca giriyor eğitim evine. Üç
yaşlarında bir çocukları varmış. Getirebilirler miymiş? Baba duramıyor içeride,
ben dışarıda bekleyeyim diyor. Anne, “Ata Bacasında çalışıyordu eşim. Üç gün
madene girdi yardım için. Şimdi çok iyi değil” diyor. İçimize saplanıyor
kelimeler. Psikososyal Destek Merkezine yönlendiriyoruz, ücretsiz hizmet
alabileceklerini belirterek. Günseli hanım anlatıyor sonra, annelerle
yaptıkları bir çalışmada da bir grup anneyi alıp kendileri götürmüşler destek
merkezine. Hayat akıyor buralarda ama su gibi değil… Günübirlik gidiş
gelişlerde çok fark edemiyor insan… Koca bir hüzün kol geziyor oysa…
Elimde malzeme çantam çıkıyorum. Önce Akhisar Köftecisine
uğruyorum. Kaymakamlığın karşısında küçük bir esnaf lokantası. Oradan Sosyal
Hizmet Merkezine gidiyorum. Alim Bey bir toplantıda. Odasında beklerken
etkinlik malzemelerimin iplerini takıyorum. Bir sonraki etkinliğin afişlerini
Alim beye bırakıp etkinliği yapacağım salona gidiyorum. Tevhide Hanım
sandalyeleri hazırlıyor. Stajyerler henüz gelmemiş. Etkinlikte kullanacağım
malzemeleri çıkarıyorum. Kayıt için kağıt, kayıt formları bugün ilk kez
kullanacağımız. Derken üstünde pembe tişörtü ardında bir grup çocukla Nurefşan
geliyor. “Bizzz geldikkk” diyerek. Boyunlarında geçen haftanın isimlikleri. Bu
hafta yapmamayı düşünmüştüm tek başıma yetiştiremeyecektim. Çocuklar imdada
yetiştiler. Nurefşan gelenlerin isimlerini yazmaya başladı… Biri kayıt
formlarını ayırdı, birileri isimleri yazdı, birileri ip kesti ve isimliklere
geçirdi. Gittikçe çoğalmaya başladık. Arka mahalleden gelecek çocuklar vardı.
Onları beklerken etkinlik sonunda kullanacağımız grafon kağıtlarını kesmelerini
istedim çocuklardan. Yere serdiğimiz halı çok işe yaradı. Onun üstünde turuncu
bir tepe yükseldi. Herkes çok merak ediyordu ne olacağını. Sürprizdi... kesilenleri tahtanın
önüne, etkinlik maskelerinin kutusunun önüne yığdık. Stajyerler gelince kayıt
formlarını doldurduk dizimizi,sandalyeyi masa yaparak. Sansula eşliğinde sohbet
ederken dışarıda biri süslü şapkalı iki kadın içeri ısrarla bakıp kafalarını
uzatıp durunca, kapıya giderek “İçeri girebilirsiniz” dedim. Üç kez
tekrarladım. Şapkalı oralı olmadığı çok belli kadın şapkasının ardında konuştu;
“Ölen madenci çocuğu arıyoruz.” !!!! İlk anda nutkum tutuldu, sansulayı çalan
elim kalakaldı. Sanki manavdan karpuz seçiyordu. “Hanımefendi burada sadece
çocuk var” yanıtım onu tatmin etmeyip isteğini tekrarlayınca yan tarafa gidin
diyerek Sosyal Hizmet Merkezine yönlendirdim. Bir süre çocuklara yüzümü
dönemedim. Derin nefes alıp sakinleşmeye çalıştım.
Arka Mahalle çocukları ÇYDD de bir etkinliğe girdikleri için
gecikmişlerdi. Orada kalabileceklerini söyleyip biz Dev Şalgam’la başladık.
Maskelerle yaptığımız canlandırmalara yükselen kahkahalar eşlik etti. Kuyruğunu
sallayan kediyle, kabaran tavuk görülmeye değerdi. Etkinliğin sonunda
kestiğimiz turuncu grafon kağıtlarından bir şalgam tarlası yaptık. Herkes
istediği kadar şalgamı eve götürebilirdi. Makaslarla buluşan eller tek bir
şalgam kesti. Birbirlerine ikram edenler ve eve götürmek üzere alanlar oldu. Koca şalgam
tarlası ise geride kaldı… Bitiş çemberimizde bir sonraki etkinliğin Yazar
Gülsüm Cengiz tarafından yapılacağını paylaştık. Yeni etkinlik afişini astık.
Salonu hep birlikte topladık. Vedalaştık iyi bayramlar dilekleriyle, bayram
sonrası buluşmak üzere.
Etkinlik 16.00 civarında bitti. Gün sonunda yorgun ama
etkinliğe sahip çıkan çocuklarla mutlu bir şekilde otogara yürüdüm. İzmir
otobüsü Beşyol’dan kalkıyormuş bu saatte. Taksiyle yetişerek İzmir’e doğru yola
koyuldum. İçim rahat. Artık köprü kuruldu. Köprüden geçenlerimiz çok olsun…
Sevgi Koşaner
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder