Soma'ya Bir Köprü Güncelerinden...
İnsana yapışan bir sıcak vardı bugün. Keyifli bir etkinliği daha
bitirmiş. Konukları yolcu etmiş. Kaymakamlıkta ki resmi işleri de
tamamlamıştım. Üstü çardakla kaplı sokakta Alim Beyi bekliyordum dönüş için.
Elimi yüzümü yıkayıp oturduğum yere döndüğümde sandalyelerin dolmuş olduğunu
gördüm. Ortadaki masada iki genç arkadaş oturuyorlardı. Selamlaşıp boş
sandalyeyi gösterip “Oturabilir miyim?” dedim. “Lütfen” diyerek davet ettiler.”Merhaba”
diyerek oturdum masaya. Nasılsınız sorularına teşekkür ederek siz nasılsınızla
başlayan bir sohbet başladı. Psikososyal Destek Merkezindeki
gönüllülerden sandığımdan “Siz de yeni gelen ekipten misiniz? diye sordum. Önce
anlamadılar. Psiko-Sosyal Destek Merkezini işaret edince “Yok biz termik
santralde çalışıyoruz. İşten çıktık burada bir çay içelim dedik” dedi uzun
boylu olan. "Siz?" diye sorunca ”Yok sadece haftada bir gün
geliyoruz, çocuklarla etkinlik yapıyoruz destek olmak için” dedim. Uzun boylu
olan “ Nasıl durumları? Çocuklar unuturlar mı?” diye sordu.”Unutmayacaklar, biz
de unutmayacağız bir yanımız hep hatırlayacak, belki hayatı normalleştirme
çabası bizim ki, ama asıl üst katta psikologlarla yaşadıklarıyla baş etmeleri
konusunda çalışıyorlar .”
Daha kısa boylu mavi kareli gömlekli olan. “Valla unutulmaz , biz
hala her ambulans sesi duyduğumuzda titriyoruz” dedi. “Evet ya hala kötü
oluyorum her ambulans sesinde” diyerek sigarasından aldığı nefesi yukarıya
doğru usulca bıraktı uzun boylu olan başını iki yana sallayarak.
Birden sanki içimden bir şey boşaldı… Hani bir sandığın kutusu
açılır ya işte öyle… Ambulans sesi… 12 Kasım 1999 gecesine alıp götürdü beni…
Heyelanın olduğu bölgede yakalanmıştık depreme, resmi araçtaydık. Koru
Motel' de eğitimde olan ekip arkadaşlarımız vardı. Onları almaya gidiyorduk.
Önce araç savruldu. Ben Sakarya’daki teyzemle telefonla konuşuyordum. Bir gün
önce 5.7 yle sallandığımızda aramıştım Kocaeli’ndeki görev yerimden. “Ay ay ay”
sesini duymuştum sadece ve telefonlar kesilmişti. Bir daha da ulaşamamıştım.
Ulaşınca da uzadı konuşma, Önce arabayı kullanan arkadaşım şaka yapıyor sandım,
telefonu bırakıp ona “Ne yapıyorsun?” diye döndüğümde onun soğukkanlılıkla
direksiyona hakim olmaya çalıştığını gördüm “Sakin ol,deprem oluyor” dedi.
Önümüzdeki asfaltın s harfi çizerek yürüdüğünü gördüm birden. Araba yandaki
uçuruma doğru döndü önce, farlar ortada duran beton yol işaretlerini aydınlattı
sapsarı, sonra tekrar önümüzü gösterdi. Sarsıntılar devam ederken yolun sağına
zor bela yanaştık. Önümüzde iki araç daha vardı. Aynı şeyi yaptılar. Aracı
kullanan arkadaşım onları da uyardı, burası heyelan bölgesiydi yavaş yavaş
hareket ettik. İçimiz dışımız sessizliğe bürünmüştü. Biliyorduk ki ikimizinde
aklı Koru Motel’deki altmış civarındaki arkadaşımızdaydı. Neyle
karşılaşacağımızı bilemeden hiç konuşmadan otele vardığımızda otel binası
sağlam bir şekilde yerinde duruyordu, eğitimden çıkıp yemek için hazırlanmak
üzere odalarına dağıldıkları sırada olmuştu deprem. İzmir’den bir arkadaşımı
gördüm birden bahçeye toplanmış kalabalığın içinde.Birbirimize sarıldık can
havliyle… Gözyaşları içinde. Genç bir otel çalışanı vardı yalınayak fırlamıştı.
Beyaz önlüğünü çıkarmış yere sermişti, ayakları çıplak bir başka arkadaşı
soğuktan üşümesin diye. Fotoğraf karesi olarak hala net bir biçimde anımsıyorum
o donmuş kalabalığı. Farklı şehirlerden gelen sosyal hizmet çalışanları sokak
çocukları ile ilgili bir eğitimdeydiler. Ertesi sabah ayrılıp geldikleri şehre
döneceklerdi. İki arkadaşımız Kocaeli’nde görevliydi. UNİCEF yetkilileri
birilerine ulaşmaya çalışıyordu… Bizim yapabileceğimiz bir şey yoktu. Görev
yaptığımız yere dönmemiz gerekiyordu. İki arkadaşımızı aldık ve dönüş yoluna
koyulduğumuzda depreme yakalandığımız bölgede yolun çökmüş olduğunu öğrendik.
Yol kapalıydı. Siren sesleri geliyordu uzaktan. Resmi araç olduğumuz için orman
yolundan geçiş izni verdiler. Çukurlarla dolu toprak bir yoldan Kaynaşlı’ya
ulaştığımızda o yolda belimde disk kaydığını ertesi gün çadırkentte araca
binemeyecek şekilde kilitlenip kaldığımda anlayacaktım.
Kaynaşlı’ya ulaştığımızda ilk gördüğümüz yol ortasını kesip geçen
fay hattının üstünde ters dönmüş koca bir TIR oldu. Beni çarpan ikinci şey ise
giderken alışveriş için durduğumuz benzin istasyonu binasının çökmüş olmasıydı.
O binadan ayrıldıktan beş on dakika kadar sonra olmuştu deprem. Yer yer
yangınlar vardı. Yol boyu dizi dizi ambulans, itfaiye aracı doluydu. Arama
kurtarma ekipleri hemen harekete geçmişti. O gece gördüğüm ambulans sayısını
anımsamıyorum. Yanıp sönen kırmızı mavi lambalardan hızla akan bir konvoydular
yer yer. Siren sesleri kesintisizdi. Her siren sesi kurtarılan bir can demekti.
Umut var demekti… O yanıp sönen mavi kırmızı ışıklar hayata taşıyordu içindeki
canı.
O geceden beridir her ambulans sesi duyduğumda
içimde bir umut ışığı yanar. Hayata koşan bir can vardır ve o canlara nefes
olan birileri…
İçimdeki dalgalanmayı durdurduğumda yeniden bulunduğum sokağa
döndüm. İki arkadaş maden kazası gecesini anlatıyorlardı, hala ambulans sesiydi
paylaştıkları. “Bazen uykumda duyuyorum hala” dedi uzun boylu olanı. Ambulans
sesinin ben de 12 Kasım depremi gecesinden sonra taşıdığı anlamı paylaştım
onlarla bana çağrıştırdıklarını anlatmadan. Uzun boylu olanı “Orada mıydınız?”
dedi ilgiyle sandalyesinden bana doğru eğilerek. 17 Ağustos’ta Gölcük’te
askermiş, 12 Kasım'ı da İmralı da yaşamış. “Burada da bunu yaşadık” dedi… Mavi
kareli gömlekli olana döndü “Anlatsana” dedi."İki ay önce hani burada
deprem olmuştu". “Unutulmuyor demek ki” dedi arkadaşı ve deprem anında
arkadaşının nasıl paniklediğini anlatmaya başladı. “Psikolojimiz iyice bozuldu,
çalıştığımız santralde özelleştiriliyor şimdi” dedi… Psiko-sosyal Destek
Merkezine neden başvurmadıklarını sordum. Mesaileri varmış. Uzun boylu olanı
“Haftasonu çalışıyorlar mı?” diye sordu. Yukarıya çıkıp başvurabileceklerini
eminim uygun bir zaman ayarlaması yapılabileceğini söyledim.
Alim bey gelmemişti henüz, otobüsü kaçırmayayım bari diyerek
aradım. Telefon konuşmamı duyunca, “Burada eviniz var unutmayın” dedi uzun boylu
olanı, "Bizim misafirimiz olun. Eşim ve iki çocuğumla burada yaşıyorum
ben, arkadaşım Manisa’dan gelip gidiyor. Biz sizi konuk edelim lütfen” dedi.
Zaten boğazıma inen yumruk tıkamıştı beni, hem geçmişten çıkıp gelen anılar hem
de o acı deneyimlerin bana kazandırdığı güzel insanlar ve hala umut
edebileceğimi anımsatan, bana evlerini, yüreklerini açan o güzel yürekli
insanlar…
İçin için bir ağlama isteği kabarıyordu… Sıcak ve yorgunluğun
üstüne …Bir çay içimi süresine bir hayat sığdırmıştık. Alim bey indiğinde
“Hoşçakalın.Yukarıdan randevu alın lütfen” diyerek vedalaştık. “Burada eviniz
var unutmayın” dedi yine uzun boylu olan… Ne çok evim oldu benim böyle…
Dönüş yolunda zihnimi kapattım içimden taşıp gelenlere… Ekip
arkadaşlarıma gün içinde yaşadığım komiklikleri yazıp durdum İzmir’e kadar… Ama
işte gecenin üç buçuğunda kapatmayı unuttuğum telefon seslerinden biriyle
uyandığımda saat 03.17 ydi…Gözlerim yaş içinde zihnimde iki
kelime…"Ambulans sesi…" İçimde ne varsa döküldü gece yarısı aktı aktı…Ben
neyin aktığını bilemesem de içim biliyordu…
Yıllar önce travma eğitimini aldığımız Ilgaz Dağı'nın karlar
içindeki bembeyaz bir gecesinde içimi temizleyen o ilk günü…Bana danışmanlık
veren Robert’in gülen yüzünü ve bana söylediklerini anımsadım…17 Ağustos gecesi
yakınlarımı aradığım Sakarya sokaklarını, travma çalışmasında resimlediğim
sallanan perdeleri… Sarı renkli araba farlarının aydınlattığı beton duvarları,
kırmızı mavi renkleri…17 Ağustos gecesinden, eğitimin ilk gecesine beni
uyutmayan her şeyin, nasıl sakinlediğini ve hiçbir ilacın beni uyutmadığı o
dönemde ilaçsız, kesintisiz 12 saat nasıl uyuduğumu…
Hayata bakış açımı değiştiren beni afet gönüllüsü yapan o
günlerin, beni aslında hep umuda taşıdığını, yıkıntıların içinde çiçek
açtırabilmenin inancını içime yerleştirdiğini duyumsadım…
Kütüphanemde duran UNİCEF baskısı bir kitabın geniş sırtında yazan
“Hayatta Kalan Oniki” kelimelerinin içini dolduran hayatta kalanı yaşatmak için
çabalamanın aslında kendimizi de yaşatmak olduğunu, hayatın içinde umuda tutunmanın
insanı diri kıldığını anımsadım…
Üstümüze karabulut gibi çöken bugünlerde yine umuda, çocuğa
sarılmak… Her ambulans sesinde umut var diyebilmek… Dünya gezegeninde nerede
olursak olalım bu sesi hep bir şekilde duyacağımızı bilerek, kırmızının can
yakıcılığı kadar mavinin serinleticiliğini taşıyan renklerindeki dualiteyi
görerek elinden gelenin en iyisini yapabilmek…
Saat: 05.16
29 Ağustos 2014/İzmir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder